27 Şubat 2011 Pazar

Hayatı Çok Sevdim Yine Oynat Uğurcum

Ken Grimwood
Sil Baştan
Koridor Yayınları
Orijinal Adı: Replay

Kitabı bitirdiğimde büyük hayal kırıklığına uğradım. Ama kitap kötü olduğu için değil, yazarın 2003'te bu kitabın ikincisini yazarken öldüğünü okuduğum için. Kitapların arkasına eleştirmenlerden notlar eklemek adettendir. Ama çoğu kez bu alıntılar gerçeği yansıtmaz. Koridor yayınlarının basımını 2010'da yaptığı bu kitapta eleştirilerden alıntılanan notlar kitabı çok iyi tanımlıyor. Ne fazla ne de eksik. Merak edersiniz diye alıntılar:

“Uzun zamandır okuduğum en sıradışı, en sürükleyici roman.”
Dean Koontz

"Zaman kavramını ve doğasını irdeleyen merak uyandırıcı bir kitap. Mükemmel bir anlatıma, şaşırtıcı sapmalara ve ayrıntıları titizlikle işleme ustalığına sahip."
Atlanta Journal-Constitution

“Grimwood olağanüstü gözlem yeteneği, üslubu ve orijinal kurgu yeteneğiyle benzerlerini fersah fersah gerilerde bırakıyor.”
Publishers Weekly

Kitap orijinal dilinde ilk basımını 1987 yılında yapmış. Biliyorum eski. Kitabı okumaya başladığımda bu beni de biraz rahatsız etmişti. İlk alıntıyı da fazla ciddiye almayalım. Dean Koontz'un bunu ne zaman söylediğini bilmiyorum çünkü. 18 haşında (haş dedim yaş değil) biri olarak 88 ve öncesi konusunda derin bilgilere sahip değilim. Kitap da 63-88 yılları arasında geçiyor. Kitabın 3'te 1-1,5 luk kısmında "Niye 60-70-80ler ya? Bildiğimiz dönemlerde olsaydı keşke." diye düşünüp durdum. Zaten kitabın o kısımlarında baş kahramanımız Jeff'in tekrarlarından başka bir şey olmuyor.

Yazarın gözlem yeteneği ve onları anlatma biçimi gerçekten güzel. O nedenle konunun ilerleme kaydettiği kısımlarda 3'te 1lik kısımda sıkıldığınız için yazara haksızlık ettiğinizi düşünüyorsunuz. Çünkü yazarın, romanın geçtiği dönemdeki olaylardaki seçimi, tasviri, kahramanları ve bakış açılarını bu olaylara eklemesi takdire şayan. Eminim o yılları yaşamış veya o yıllar hakkında benden daha geniş bilgiye sahip insanlar bu romandan kat kat daha fazla zevk alacaklardır.

Yazarın vermek istediği mesaj basit: "Geçmişe takılma, her gün yenidir, hayatını yaşa." Ama mesajın böyle bir kurguyla sentezlenmiş olması fark yaratan nokta oluyor. Onca sayfayı bunun için mi okudum dedirtmiyor en azından.

Roman sadece mesaj iletmekle kalmayıp okuyucuyla da bir şekilde iletişime geçiyor. Geçmişte yaptığı hataları değiştirmek için bazen geri dönmeyi isteyen birçok insandan biriyim ben de. Bu romanı okurken kendi geçmişinizi de gözden geçirmemek elde değil. Baş kahraman Jeff'in hafızasına hayran kalmamak da öyle. Adam gazeteci olduğundan bir çok şeyi biliyor. Bildiklerini de iyi kullanarak kendisine maddi, manevi yarar sağlıyor. Bazen de zarara neden oluyor. Belki haşım gereği ama, kitabı okurken bir gün geçmişe dönersem (ya tabi) işime yarayacak ne kadar az şey biliyorum diye endişe etmedim değil. Çok şey de bilseniz, "Geçmişe gitsem her şeyi düzeltebilirdim." diye düşünüyorsanız, hata ettiğinizi anlıyorsunuz. Çünkü dünya ve kendi hayatı hakkında çok şey bilmesi Jeff için her zaman iyi olmuyor -kelebek etkisi işte- .

Jeff, tekrarlarında olanları unutmuyorken, her tekrarına ilk hayatının belli bir yerinden başlıyor. Kitabın sonunda neden hep ilk hayatından başladığı, daha çok kitabın mesajıyla alakalı olmakla birlikte açıklığa kavuşuyor.

Okuması keyifli, mesajı güzel, ikinci kitabı elde olmayan sebeplerden dolayı hiç çıkmayacak, iyi yapılandırılmış, dolu bir kitap. Yakın dünya tarihiyle alakalı bazı olaylara, benim gibi tarihi kötü olanlar için, biraz aşinalık kazandırması da güzel. Hani öyle çok popüler bir şey olacak bir kitap değil ama zaman ayırmaya değer bence. Zamanında aldığı ödülleri de mevcut zaten. İyi okumalar.

24 Şubat 2011 Perşembe

Garip Anlar, Uygunsuz Durumlar


Aynada veya tek başınayken garip hareketler yaparken, dans ederken, şarkı söylerken basılmak.
Tüm bunları yaparken basılınca, sanki az önce saçmalayan sen değilmişsin gibi efendi efendi durursun. Seni basan da bozuntuya vermez ya en sevdiğim kısmı odur.

Bir şeyi kötüledikten sonra karşındakinin aslında o şeyin bir örneği olduğunu anlamak ya da tam tersi.
Geçen gün Milano Moda Haftası'ndan dönüyorum, viaypi först kılas uçaktayım. Yanımdaki Türkle bir sohbete başladık. Konu nereli olduğumuza geldi. Şehirleri söyledik. Hemşehri çıkmadık tabii sonra adam memleketimin mekanlarından bahsetti şöyle güzel, böyle güzel, şuraya gittim, burda akrabalarım var, bir de şu varoşları var oralar da şöyle tü böyle kaka... O muhittekilerden her pislik beklenirmiş gibi. Eh bilmiyor ki ben de o varoşlardanım.

İkinci - üçüncü tekrardan sonra söyleneni hâlâ anlamamış olmak.
En çok başıma gelen şeydir. Bir ay kadar önce bir telefon geldi, bir iş teklifi... kuarçoiordan arıyorum efendim, şöyle bir iş var böyle bir şey olacak, şunu yapacaksınız falan... Aklıma yattı, olabilir dedim, şirketin adını tekrar sordum. Kuarçoiort dedi. Hmm dedim.


Arkadaşının mahrem yerlerine baktığını arkadaşının fark ettiği an.
Ayyy. Lanet. Göz bu dönüyor işte yuvasında, takılıyor işte bazen. Çok büyütmemek lazım. Sonra büyük olunca göze batıyor, gözünü yukarı bir kaldırıyorsun o da sana bakıyor. Lafını da edemezsin. "Pardon ya yanlışlıkla memelerine baktım. Dünya ahret bacımsın." mı diyeceksin? Sen kırmızı kulaklarınla dönersin işine o da çevirir gözünü.

Annenin donunu, kendinin giydiğini gün içerisinde fark etmek.
Komşunun beyaz perdelerinin içerideki popoyu seçmene olanak verecek kadar geçirgen olduğunu öğrendikten sonra, bizim de beyaz olan perdelerimize hiç güvenim kalmadı. Bundan sonra karanlıkta giyinmeye başladım. Annemin de donunu benimkilerle karıştıracağı tutmuş. Ertesi gün okulda donun sürekli iç cephelere çekilme çabasına bir türlü anlam veremeyince durumu elimle hissettiğim küçük çiçek işlemesi açıklığa kavuşturdu. Millet de arkamdan papatya falıyla tanga giyiyor, tanga giymiyor yapmıştır kesin.

Hiç tanımadığın birinin doğum günü kutlamasının orta yerine düşmek.
Askerliğimi tecil için şubeye gitmiştim. Şu evrakı yaz, bunu imzala, şunu şu kişiye götür damga bassın... Aldım evrağımı girdim kapıdan. Masasının arkasında bir adam önündeki kağıtları imzalıyor. Biraz bekle dedi. Köşede dikildim. Kapı çaldı, biri geldi, masadaki adama müsait misiniz diye sordu. Adam kızı içeri davet edince arkasından bir güruh "Mutlu yıllar saanaaa..." diye odaya doluştu. Pastalar, hediyeler... Ben de kendimi gözümde bir şaşkınlık ellerimde tereddütlü bir alkış, yamuk yumuk gülümserken buldum.


Az önce sana bir şey ısmarlayan eski arkadaşının adını unutmak ya da yanlış söylemek.
Ve devam eden cümlelerde aynı yanlışı tekrarladıktan sonra, durumu kendi kendine idrak etmek.

Başkasının evinde girdiğin tuvaletin sifonunun bozuk olması, tuvalet kağıdının bitmesi, tuvaletin tıkanmış olması vb.
Hiç girmiyorum bu konuya.


Konuşurken ağzından kaçan minik tükürük parçasının karşınızdakinin üzerine gelmesini izledikten sonra konuşmaya göz göze devam etmek.
Biliyorsun, az önce adamın yüzüne tükürdün. Adam belli etmiyor ya da gerçekten fark etmedi. Ama sen biliyorsun. Biliyorsun.

Birine tam gülümsediğin veya el salladığın anda sana bakmayı kesmesi veya seni görmemesi/ karşılık vermemesi.
Fazlası tik yapıyor.

Yağmurda sığındığın yerin bir fantezi iç çamaşırı dükkanı önü olması.
Bir arkadaşımla dolaşırken yağmur bastırdı, bulduğumuz ilk korunağın altına sığındık. Arkamızı bir döndük ki, kırmızı, siyah, fantezi donlar. İki erkek, yağmurda bu vitrine bakıyor. Ki inanılmazdır, bu yalnızca bir defa olmadı. Aynı kişiyle. :">

Elin yanmasın diye öylece bıraktığın bardağın narin yerlerine düşmesi.
Şahsen başıma gelmedi, ama başına gelen arkadaşa buradan baş sağlığı diliyorum.


Sokakta birilerinin sizi ünlü birilerine benzetmesi veya sizi işaret etmesi.
Sokakta yürürken karşımda birinin bana baktığını gördüm. Ardından yanındakine bir şey söyleyip benim tarafımı işaret edişini. Ben yaklaştıktan sonra diğeri kafasını salladı -Yok canım o değil, der gibi -. O da geri döndü. Gel de çık işin içinden. bu olay da bir defaya mahsus değil üstelik.

Bana bir şey olmaz deyip içtikten sonra, yaptıklarını ertesi gün facebook'tan öğrenmek.
Başına gelen arkadaş, sarhoşluk konusundaki tüm tabularımı yıktığı için ona teşekkürü bir borç bilirim.

Pisuvarda işini görürken başka birinin o kadar boş yer varken hemen yanındaki pisuvarı seçmesi.
Niye ki şimdi?

Birinin elini sıktıktan sonra, onu burnunu karıştırırken / poposunu kaşırken gördüğün an.
Müsaadenizle ben lavaböya kadar gidiyorum. Bir şey isteyen?

15 Şubat 2011 Salı

Geber Sevgilim

Oldum olası bazı aşk filmlerini daha çok sevmişimdir. Sevgililerden birinin ölümcül bir hastalığa yakalanıp öldüğü filmler. Yıllardır sevgilisiz geçirdiğim 14 Şubatlardan olsa gerek, çiftlere garezim var galiba. Geçen sevgililer günü de farklı olmadı. Acaba kumrulara olan nefretimin kaynağı da çift olarak anılmaları mı? Çocukluğuma inmeyeyim çok gerilerde kaldı. Orada burada gezişen, sevişen, öpüşen çift görmeye dayanamıyorum, bulantı yapıyor. Çift görme sendromu astigmat olarak da bilinir. Ama onun bununla alâkası yok.

Sendrom kendini şöyle gösterir: Dışarı çıkarken her şey mutlu başlamıştır. Evden çıktıktıktan 15 dakika sonra bozulacak krem 7/24le yapılmış saçlarınla dışarı çıkarsın. Kulağında şen bi şarkı. Tıngır mıngır yürüyorsundur. Sonra... Dank! Çift! Böyle bir el elelik bir sarmaşlık bi dolaşlık. Kızın büzülmüş dudakları, tutuşagelmiş eller ve mana(?) dolu bakışmalar... Aman bunlar da sevgili mi canım! 2 haftada biter bunların işi! Millete hava attıklarını sanıyorlar işte! Heh! Ne kadar banal... Duruma sinir olursun çünkü yalnızsın. Çift silueti bu andan itibaren tiksinti vermeye başlar. Mide bulantısı yapar.

Sonra kendini düşünmeye başlarsın. Bir garip kalp sızısıyla birlikte miden yanar. Keşke sabah sucuklu yumurta yemeseydim diye düşünürsün. Benim niye sevgilim yok dersin. Sonra ben onlarınki gibi bir şey istemiyorum ki dersin. Sende yok diye milletin aşkına dil uzatırsın na bele :P bu da daha kötü hissetmene sebep olur. Eskilerin varsa onları bi geçirirsin aklından. İz bırakanlar unutulmaz. Bir acaba geçer içinden. Sonra yanında biri varsa söylenmeye başlarsın: Bunlar niye böyle, ben niye yalnızım, gerçek aşk var mı, bulunması neden zor, aşka inanmıyorum abi, aşksız yaşayamam abi etsetra, vesaire, bla, bla. (arkadaşın sana ne kadar değerli bir insan olduğun konusunda zırvalar -aman sana kız/herif mi yok gibisinden-)

Hal böyle iken, tadında bir aşk yaşamak oldukça kolaydır aslında. Gidici sevgili bulacaksın. Çiftlerden birinin öldüğü filmleri ondan seviyorum. "Ya Sonra?" diye düşünmüyorsun bir kere. Her şey de tadında bitiyor. Tutan, tutmayan filmlere bakın. Aslında çoğunda aynı yol farklı manzaralarla gezilir. Sevgilin gidici olmasa da işin içine dram girmeden olmuyor çünkü. O kız niye büzzük dudaklarla bakıyordu oğlana sanki? Öyle daha güzel göründüğü için mi? Hayır! Dramatik görünmeye çalışıyor kız.

Aşkta dramanın, kolada firmanın formülünü açıklıyorum. Gerçek hayat, film, kitap fark etmez, uygulayın sevgiliniz size köle olmazsa ne olayım? Ne olayım? Shakira'nın 1 sene içinde sevgilisi olayım.

1. Aralarında fark olan potansiyel bir çift seçilir.

Zengin / fakir (bir sürü türk filmi)
Hasta / sağlıklı
sosyal / asosyal
yaşı büyük / yaşı küçük
vampir / kurt / insan / büyücü ...

2. En olmadık zamanda ve en olmadık yerlerde birlikte zaman geçirmeye başlarlar. Biyokimya devreye girer ve çiftin birlikte geçirdiği zaman onlara aşk ve meşk olarak geri döner.

3. Tamam, birlikte oldular derken, dramatik bir olayla ayrı dünyaların insanları olduklarını hatırlarlar. Ya da biri ölümcül bir kaza geçirir. Bu da diğerine, onu kaybetmenin ne demek olduğunu sezdirir ve daha derin bir aşk başlar.

4. Bir sevgili diğerinin hayatında/kendisinde bir şeyleri değiştirir. Artık o sıradan bir birliktelik değildir. Ne demişlerdi: Rasgeldiğimiz onca kişi ve hayat arasında sadece birkaçı bize gerçekten dokunur.

5. Sonunda sevgililerden biri ölür ve sonsuza dek huzur içinde yatarlar. Güle güle sevgi kelebeği.