24 Mart 2011 Perşembe

Ben 4 Numara Evde Kahve Bitmiş Varsa Alayım

Size ne demiştim. Kılıfa gerek kalmamış, kitap kapağını direkt film posterinden almışlar. Ayrıca poster hediyeli. Ne şeker (!)
İlginç olan, film ve kitap isimlerinin farklı olarak sunulması. Kitap hakkında daha fazla söylenecek bir şey yok. Filme gelirsek, buyrun kandırıkçı olmayan fragmanı izleyin:


I Am Number Four (Science Fiction) trailer#3 HD myfilm-gr

Filme hitap ettiği kitle açısından bakarsak, film güzel görünebilir. Bana sorarsanız sadece bir "eh" alır. Film ancak kitabın seviyesine gelmiş. Kitabı aşamamış, hatta kitapta hoş görünen, kitabın hikayesini benzerlerinden ayıran noktalar filme ya eklenmemiş ya da kısa tutulmuş. Alfred Gough ve Miles Millar'ın senaristliği, Smallville benzerliğine benzerlik katmış. Film o kadar izle ve unut tarzında çekilmiş ki, daha izlerken unutuyorsunuz. Karakterlerle bağ kuracak zamanı bulamıyorsunuz da. Sanki önceki sahneler hemen bitsin de amcalar pipimi görsün demiş yönetmen. Yani, sondaki ekşın sahnelerini.

Efektlerin hakkını vermeliyim. İyi bir iş çıkarmışlar. Ama efektler artık Leman teyzenin oğlunun çizimleri kadar ulaşılabilir olduğundan çok da önemli bir fark yaratmıyor. Filmin tek "iyi bir şey çıkabilirmiş gibi" görünen noktası, kitapta okuduğumu hatırlamadığım bir bağlantı. Sam ve babası ile alakalı. Lorienlilerin dünyalılarla önceki zamanlardaki iletişimleri konusunda bir geçmiş var sanıyorum. Aslında bu da Smallville'de vardı ama neyse.

Sonuç olarak, film hitap ettiği kitle olan ergenler için elinden geleni yapıyor. Ancak, film zevki gelişmiş hem yetişkin hem ergenler için tatmin edici bir film değil. Beklediğimin biraz altında kalıyor. Önceki yazımda söylediğim gibi "ortalamanın (biraz) üstünde." bir film beklerken ancak "ortalama" bir film izleyebiliyoruz. Bu da türü sevenler için geçerli (Genç yetişkin kitapları ve uzaylılı bilim kurguları). Sevmiyorsanız yanına hiç yaklaşmayın.

23 Mart 2011 Çarşamba

Katniss Yaşar Diyorsanız 23 yazıp 3252'ye SMS atın

Açlık Oyunları
Açlık Oyunları Üçlemesi 1
Orijinal: The Hunger Games
Yazar: Suzanne Collins
Basım: Pegasus

Kitap çıkalı uzun zaman oldu. 2012’de film olacak. Başrolde oynayacak kişi belli oldu.Bu gelişme, kitapları aklımıza getirdi. İlk kitaptan biraz bahsedelim dedik. Önce tanıtım:

Diktatörlükle yönetilen bir ülkede, patronun kim olduğunu hatırlatmak için her sene 12-18 yaşları arasındaki gençler arasından kurayla seçilen bir kız, bir de erkek; tek bir kazananın olduğu, ölümüne bir oyuna sokuluyor. Oyun televizyondan yayınlanıyor. 12 Mıntıka'dan toplam 24 Haraç var. Başkentteki (Capitol'deki) insanlar bunu severek izliyor. Mıntıkalarsa açlıkla mücadele ediyor. Kazanırsanız bu, mıntıkanız için bir sene rahatlık; sizin içinse, sonsuz şöhret ve zenginlik anlamına geliyor.

Kitap, eski yunanda gerçekleştirilen benzer bir oyundan ve reyting uğruna, gerçekmiş gibi olanla gerçekleri bir arada vererek, izleyicileri duyarsızlaştıran TV kanallarının şiddet içerikli programlarından esinlenilerek yazılmış.

Henüz çekim öncesi hazırlıkları devam eden filmin baş rolünü Jennifer Lawrence kaptı. 90 doğumlu Lawrence, 16 yaşındaki Katniss Everdeen'i canlandıracak. Filmin Alacakaranlık-vari bir çılgınlık yaratacağı düşünüldüğünden rol, hem JLaw için hem filmi yapan Lionsgate şirketi için bir dönüm noktası olabilir.

Winter's Bone ile Oscar'a aday olan JLaw


Çaylak, beni seriyle tanıştıran kişi. O günden beri kitap ve filmle ilgili şeyleri onunla tartışırız. Burada da böyle bir yöntemle kitabı anlatalım dedik. Yöntem gereği, spoiler vermiş olabiliriz. Bilginize.

Ogu
Çaylak, başrol seçimini nasıl buldun?

Çaylak
Beğenmedim şahsen. Kız hiç aç kalmış gibi görünmüyor.

Ogu
Ben beğendim, ama zayıflaması gerekebilir haklısın. Şimdi Çaylak, beni seriyle tanıştıran sen olduğundan sen başla kitabı yorumlamaya.

Çaylak
Açıkçası ben anlatılan tüm distopik unsurları romanın belli bir yerine gelinceye kadar pek yadırgamadım. Karakterler hikayeye uygundu fakat gerçek insan zannedilecek kadar gerçekçi sayılmazlardı. Hikayenin ilk bölümlerinde sıkılmadım diyemem, haraçlara bir imaj çalışması yapılıyor, bu kısımlar bana göre değildi.

Ogu
Bana sorarsan hikaye ikinci bölümden sonra hiç ilginçliğini kaybetmiyordu. İmaj hazırlayıp popstar gibi sundukları gençlerden birbirlerini öldürmeleri isteniyor, bu çok hastalıklı bir durum.

Çaylak
Evet bu ve benzer nedenlerden ötürü kitapta sözü geçen sistemin mimarlarına karşı bir kin oluştu içimde. Capitol’e çok gıcık oldum.

Ogu
Hikaye boyunca hissettiğin bir çeşit gerilim vardı. Rahatsız eden bir yanı vardı kitabın. Tüm anlatılanların gerçek olabileceği ve durumun vahşeti okurken insanı bir derece daha uyanık tutuyordu. Durum rahatsızlık vericiydi ama okur olarak bunu sevdik.

Çaylak
Zaten hep bir “hiç kimseye güvenemeyiz.” hissi vardı. Başkarakter Katniss için bu oyunlardan da öncesine gidiyordu. Mıntıkaların durumu da öyleydi. Yani o gerilim ve tekinsizlik durumu mıntıka halkı üzerinde hep vardı. O hayatın doğal bir elementiymiş gibi.

Ogu
Sanırım hikaye o element sayesinde bir yerlere geldi. Capitol halkı da garipti. Şimdilerin tikicanlarının psikopatlaşmış halleri gibilerdi. Kendilerine sunuluş biçimlerine göre kanlı ölümleri rahatça benimseyip, eğlence olarak görebiliyorlardı.

Çaylak
Bohem adamlar, çocuk bile yapmıyorlar doğru dürüst.

Ogu
Her şey ambalaj ve görüntü ile anlam kazanıyor hayatlarında. Capitol ve mıntıka halkları arasındaki ayrımın, şimdinin Zengin-fakir arası uçurumuna bir gönderme olduğunu düşünebiliriz. Bir taraf gereğinden fazla şeye sahipken, diğer taraflar açlıkla mücadele ediyor. Bu şimdinin dünyasında da var fakat, Capitol insanlarının daha uç bir farkında olmayışlılık seviyesinde olduğu söylenebilir.

Çaylak
Açlığın yanında, o kadar teknoloji olmasına rağmen mıntıkadakiler, eski çağlardaymış gibi yaşıyorlardı. Mahrumlardı birçok şeyden. Beni en çok etkileyen şeylerden biri de, Açlık Oyunları’nın galipleriydi. İlk kitapta fazla öne çıkmasa da, galiplerin aslında katil olmalarına rağmen Capitol halkınca çok sevilip, takdir görmeleriydi.

Ogu
Bununla yaşamanın zorlukları da anlatılıyordu.

Çaylak
Kazanmak kaybetmek pek fark etmiyordu, evet.

Ogu
Ya öl, ya öldür. Oyunlar ve Oyun Kurucular başka seçenek bırakmıyordu.

Çaylak
Canımı en çok sıkan şey, başkahramanın gönül işleriydi.

Ogu
Bence dozundaydı. Hem son günlerde aşk üçgeni olmayan gençlik kitabı yok gibi bir şey. Romantizm beni hiç baymadı. Özellikle işin içine TV girdiği için, olayların farklı boyut kazanması oldukça enteresandı. Zaten Katniss ülkenin durumundan dolayı aşk meşk işlerine sıcak bakmıyordu.

Çaylak
Üçgen fazla uzadı bence, Peeta ve Gale'den birini seçecekti işte. Diğer karakterlerden de bahsedelim, Katniss’in kardeşi çok iyimserdi, Annesi de…

Ogu
Fazla ayrıntıya girmeyelim. Genel olarak ne söyleyebiliriz?

Çaylak
Annesinin mal olduğunu söyleyebiliriz hacı.

Ogu
:))

Çaylak.
Hiç boş karakter yoktu. Her karakterin bir görevi vardı, yazarın laf olsun diye koyduğu bir karakter var mıydı hatırlamıyorum.

Boş karakter yoktu evet. Kitap bu kadar TV'ye eleştiride bulunurken, yazarın kitabının filme aktarılmasına izin vermesi de garip gelmişti doğrusu. Daha sonra kitapta hissettiğimiz o gerilimi, Testere veya Hostel filmleri gibi kana bulanmadan, tekinsiz beklenti hissine yoğunlaşarak anlatacaklarını okudum. Bakalım, kıyamet kopmazsa izleyeceğiz. Kitabın, filmi ve boku çıkmadan kitabı okumanız için yaklaşık 1 yılınız var. Sonra, popülerliğinden tiksinti duyabilirsiniz. Bizden söylemesi.

Satın alma linki: Onu da kendiniz bulun.

17 Mart 2011 Perşembe

Rango Rango Şişeler

Eh madem bloglarımız açıldı, bahsetmediğim Rango'dan şimdi bahsedebilirim. Ehem,


Rango.
Johnny Depp, Isla Fisher, Abigail Breslin, Timothy Olyphant
Yönetmen: Gore Verbinski

Bir ev bukalemunu olan Rango, kimlik bunalımına girdiği sırada bir kaza sonucu kendisini su sıkıntısı çeken bir vahşi batı kasabasında bulur. Hiç tanınmadığı bu yerde, kendini korkusuz sert erkek Rango olarak tanıtınca kasabanın yeni umudu olarak maceraya atılır.

Fragmanlar:
Türkçe Fragman:

Rango Trailer HittFilm

İngilizce Fragman:

Rango - Theatrical Trailer [VO-HD] Eklecty-City

Rango animasyonda yeni bir teknikle çekilmiş, daha doğrusu kaydedilmiş. Hareket yakalama yerine duyguları yakalamayı tercih etmiş yönetmen. Animasyon filmlerde normalde, seslendirme sanatçıları tek tek veya gruplar halinde stüdyoya girerek kendi karakterlerini seslendirip çıkıyorlarmış. Seslendiriyorum çıkıyorum! Yönetmenin ilk animasyon denemesinde bu yöntem ona çok abes gelmiş. Oyuncular arasındaki etkileşimin ve doğaçlama faktörünün önemli olduğunu düşündüğü için, karakterleri seslendiren oyuncuları bir mekanda toplayarak küçük bir okul piyesi yönetir gibi sesleri kaydetmiş. Türkçe ve İngilize fragmanları vermemin nedeni bu. Çünkü Türkçe dublajlı izlediğinizde bu yöntemin getirdiği yenilikten mahrum kalmış oluyorsunuz. Ayrıca, filmdeki karakterler güneyli aksanıyla konuşmaktalar, Türkçe dublajda bunu da kaybediyoruz.

Fragmanlar, espriler konusunda büyük oranda açık vermeyerek filmi tadında izlemenize olanak sağlıyor. Fragmanda izlediğiniz esprilere bile tekrar gülebiliyorsunuz. Karakterler ve karakterlerin hareketleri de çok gerçekçi, sözünü ettiğim bu yeni ses kaydı yöntemiyle de iyice insanlaşan çöl yaratıkları, konuşan hayvanların olduğu bir kasaba gerçekten varmış gibi hissettiriyor. Film arası verilene kadar filmden hiç kopmuyorsunuz. Aksiyon, espriler ve hikaye ustaca kaynaştırılmış.

Karakterlerin hiçbiri pelüş oyuncaklara benzemiyor. Güzel değiller ama filmi izledikçe bazı karakterlere ısınıp tatlı olduklarını düşünüyorsunuz. Dört baykuştan oluşan latin müzik grubunun elemanları filmin en sevimli karakterleri. Eski vestern filmlerini sevenlere küçük bir sürpriz yaparak, vesternlere saygısını gösteren Rango filmi, bu filmlerin klişeleşmiş sahneleriyle dalga geçmekten geri de kalmıyor.

Yeğenlerinizle, kuzenlerinizle, arkadaşlarınızla, kardeşlerinizle :) izleyebileceğiniz hem eğlenceli, hem doyurucu hikaye örgüsüne sahip kaliteli bir yapım. Hele hem animasyon hem vestern seviyorsanız tadından yenmez. İyi seyirler.

12 Mart 2011 Cumartesi

Şimdi Burada Ne Güzel Rango'dan Bahsedecektim

Geçenlerde Rango'ya gittim, filmi beğendim. Blogumda anlatmak için sabırsızlanıyordum. Aklıma geldi blogger/blogspot'un "mahkeme kararıyla" yasaklandığı. Fragman izletmek istesem, Youtube da yasaklı... Dünyada önemli bir noktaya gelen her site Türkiye'de yasaklanma riskiyle karşılaşıyor. Çünkü her isteyen, işine geldiği gibi dava açıp kendi kişisel sebepleriyle bile siteleri kapattırabiliyor: bakınız Richard Dawkins'in sitesi. İnternet ortamından, sitelerin işleyişinden kanımca haberdar olmayan hakimler de mecburen kapatma cezası veriyor. Ayağı kırılan atı öldür misali, kontrol edemediğin içerik yayınlayan her siyeti tamamen yasakla.

Evet, belki ben şu anda blogger'a girebiliyorum. Youtube'a da yıllardır girebiliyoruz. Ama arka sokaklardan, kara borsadan bilet almış gibi, pis işler çevirir gibi proxylerle, DNSlerle. Google olmadan ödev yapamayan nesiller yetiştiriyoruz. Gün içinde yaşadıklarını, tweetlik, blogluk, face'lik olarak ayıranlar var. Artık bu internet merciileri, en iyi haber sitelerinden bile daha ön plana çıkmaya başladı, çünkü bu sayede halk kendi içeriğini oluşturabiliyor. Daha geçenlerde Mısır'daki barışın maddelerinde gördük Facebook'a özgür erişim hakkını. Kaç kişi öldü, bu maddenin de bulunduğu özgürlük maddeleri adına.

Bir Amerikan Rüyası vardır. Çok çalışırsan istediğini olursun gibisinden. Ama insanlar, o rüyaya ulaşmanın sadece çalışmaktan geçmediğini çok sürmeden anlamışlardır. Yakalanmadan hırsız da olsan, dolandırıcı da, pis işler de yapsan sonunda sana vaat edilen hayata ulaşabiliyorsun. İnternet üzerinde veya herhangi bir ticaret ortamında sen, topluma yüksek standartlı hayalleri teşvik eder sonra bunları aylık abonelik ücretiyle satmaya çalışırsan, illa ki buna ulaşamayacak bir kesim olacaktır. Bu kesim de aynı Amerikan Rüyasına ulaşmak için illegal yollara başvuranlar gibi, İnternet mafyalığına, kara borsacılığına, korsanlığına başlayacaktır. Adidas giyemiyorsa Abibas giyecektir. Elma'sı sonradan yapıştırılan mp3 çalar dinleyecektir. Sen o ayakkabıyı ayağına giyen, o mp3 çaları dinleyen her garibanı kodese tıkarsan bu anarşiye davettir.

Malum tv kutusu satıcısı, blogger'ı ve içinde blogspot geçen her blogu kapatarak aynen bunu yapmıştır. Bu yasakların sonu yoktur. Türkiye artık özgür içerikle başa çıkmayı öğrenmelidir. DNSlerle duvarı yıkılmış, denden blog yarı kaçık cezaevinin parmaklıkları ardından, iyi günler.

Rango'yu yazamadım. Ona harcayacağım vakitte bu ateşli, mesajlı vidyoyu yaptım. Müziği olmasa bir boka benzemez, fotolarla, photoshop'la ancak bu kadar oluyor. Hayata Tam Erişim! Buyrun efendim


Bu Hayata Erişim Engellenmiştir nixpadas